Beni Kabul Edin

8 Ocak 2018

Daha önce yazılarımda anne-babanın çocuğun yaşamının en güçlü tanıkları olduğundan, onun hayatının en önemli kişileri olduklarından bahsetmiştim. Çocuk bu temel ilişki içinde kendini tanımlıyor. Ben bugün 43 yaşındayım; kendimce yaşadığım bir yaşamım, içinde bulunmaktan mutluluk duyduğum bir ailem var. Ancak şunu da itiraf etmeyim ki hâlen yaptığım şeyi babamın, annemin beğenmesi benim çok hoşuma gidiyor. Burada bir şey yanlış anlaşılsın istemem, derdim onların beğeneceği şeyler yapmak değil, onların benim yaptığım şeyleri beğenmesi. Ben bana göre doğru olan ne ise onu yapıyorum ama onlar da beğendiği zaman, bana çok iyi geliyor. Sanırım bu da yaşamın özü.

Hepimiz yaşamın her anında bir biçimde diğer insanlar tarafından, daha da açmak gerekirse özellikle önemsediğimiz insanlar tarafından kabul edilmek istiyoruz. Yaptığımız şeylerin ve bizim kabul edilebilir, normal, sorunsuz olduğunu bilmek istiyoruz. İnsan yetişkin olduğu zaman bu konuda yaşadığı aksaklıklar veya eksiklikler ile bir biçimde başa çıkmaya çalışıyor ama eğer söz konusu olan bir çocuk ise durum öyle çok da kolay değil. Hepimiz bunu istiyoruz ama kendini arayan bir çocuk, bunu istediğinin çok net farkında değilse bile de her an her saniye buna müthiş bir ihtiyaç ile hayatını sürdürüyor. Bu kabul edilme mücadelesi onun kutsal amacı haline geliyor. Bu amaç için uğraşırken de en başta biz ana-babalardan bunu istiyorlar.

Çocuklar ailelerinin tanıklığı ile büyüyorlar ve aile neyin tanıklığını yapıyor ise onu geliştiriyor. Çocuklarımız bize inanıyorlar ve bizim gözümüzden kendilerinin nasıl göründüğünü çok önemsiyorlar. Davranışlarının, kişiliklerinin yansımasını, değerlendirmesini bizim gözümüzde görüyorlar. Daha basit ifade etmek gerekirse iyiyi görür, iyiyi vurgularsak iyi; kötüye yüklenir isek kötü gelişiyor. “Normal miyim?” sorusunun cevabını bizde arıyorlar.

Daha önce anlattım canım oğlum Poyraz, 2007 yılında hayatımıza girdi. Ben ve eşim her ikimiz de renkli gözlüyüz ve renkli gözlü bir çocuk bekliyorduk. Nitekim öyle de oldu. Dokuzuncu aya kadar Poyraz iki gözü bebek mavisi bir çocuk olarak gitti. Dokuzuncu ayda bir tatile gittik ve dönüşte gözlerinin biri yeşil biri kahverengi idi.

Biz bir değişiklik olduğunun farkında idik ama konduramadık. Sonunda çareyi bir doktora gitmekte bulduk. Gittiğimiz doktor gördüğü anda teşhisi koydu “Haaaa, bu heterokromik” dedi. Biz anlamaz bakınca “Van kedisi gibi işte.” diye ekledi. “Hocam, tedavisi nedir?” diye sorunca da bunun bir genetik farklılık olduğunu ve tedavisi olmadığını söyledi. Bir anne-baba için çok can sıkıcı bir durum olduğunu tahmin edersiniz ama tam bunu sindirirken bu tip gözlerde görme konusunda olası problemlerin de olabildiğini o nedenle muayene edilmesi gerektiğini söyledi. Biz de “Hemen bakalım hocam.” dedik. Bir çocuğa o göz muayenelerini yapmanın ne kadar uzun süreceğini sanırım tahmin edebilirsiniz. Saatler sürdü ama sonunda tamamladık. Doktor bey odasına çağırdı ve durumu bize anlattı. “Tahmin ettiğim gibi, bu kahverengi göz de görme kusuru var ve tahminen ancak yüzde 15 görüyor.” dedi.

Hayatta çok daha kötü senaryolar var ancak önümüzde duran ilk çocuğumuz yeni ana-babayız, tecrübesiziz ve bu durum bizim başımıza geliyor, içimden sürekli “Neden biz, niye bize oluyor?” diye düşünerek berbat olmuştuk ki doktor bey durumu anladı. “Rengi değiştiremeyiz ama bu görme kusurunun tedavisi var. Zor ve uzun ama var.” dedi. Tahmin edeceğiniz gibi hemen başladık. Doğrusu doktor bey az bile söylemişti, gerçekten bir yaşında bir çocuklar yapılması çok zor bir tedavi. Günlük 7-8 saat tek gözü bantla kapama, gözlük kullanımı, damlalar ile giden bir tedavi. Gerçekten çok zordu. Ama Poyraz bunu yaptı. Geçtiğimiz yıllarda yapılan yıllık kontrollerden birini doktor bey “Artık bu göz de yüzde yüz görüyor. Poyraz hep gözlük kullanan bir çocuk olacak ama artık bu göz geri dönülmez şekilde gelişti.” sözü ile bitirdi.

Aslan oğlum halletti, biz bir şey yapmadık, o tek başına üstelik nerdeyse 7 seneden fazla emek vererek aştı. Geriye tek bir sorun var gözlerinin renklerinin farklı olması. Bu yetişkinlikte sorun olmayabilir ama çocuklukta ciddi problem çünkü çocuklar birbirine karşı çok acımasız. Ana sınıfına kadar parkta dışarıda birkaç olay oldu ama biz bir biçimde durumu idare ettik. Ancak ana sınıfı başlayınca durum doğal olarak kontrolümüzden çıktı. Poyraz bir akşam servisten eve ağlayarak geldi. Ben “Oğlum ne oldu?” diye sorunca “Baba serviste abiler benim gözüme fenerle bakıyorlar.” diye ağlayarak cevapladı. Kan beynime sıçradı ve ne olduğunu anladım. Poyrazın gözlerini fark etmişler ve “bilimsel” merak ile çocuğu fenerle kontrol ediyorlar. “Neden öyle yapıyorlar?” diye sorunca Poyraz “Benim gözlerim değişikmiş baba, bana uzaylı diyorlar." dedi. Annelik-babalık gerçekten çok zor iş. Neler neler yapmak istiyorum o anda ama ortada bir sorun var çözülmesi gereken ve öfkenin de buna faydası yok. Poyraz’ı aldım ve aynaya gittik. “Söyle bakalım ne görüyorsun?” dedim. “Kendimi görüyorum, gözlerimi görüyorum.” dedi. “Gözlerin nasıl?” diye sorunca da “Değişik işte.” dedi. “Nasıl değişik oğlum?” sorusuna da cevabı “Değişik işte, biri başka renk biri başka renk.” oldu.

Çocuk her şeyin farkında yani kaçılacak bir yer yok. Öncelikle şunun farkında olalım isterim, bu konuşmayı dört buçuk yaşında bir erkek çocuğu ile yapıyorum, oğlumla. Kime anlatıyor tüm bunları? Babasına ve aslında diyor ki “Baba içim yanıyor, bir şey söyle sönsün, sana çok inanıyorum, lütfen!” diyor.

Poyrazı aldım, salona geçtik ve ben konuşmaya başladım “Oğlum senin iki gözün de farklı renkte, bunu annen de ben de biliyoruz. Bu, böyle 300-400 bin kişide bir görülen bir özellik ve sende var. Doğrusunu istersen ben çok beğeniyorum.” dedim. Ben bu cümleyi bitirince gözlerimin içine baktı ve tek bir soru sordu gözleri parlayarak “Gerçekten mi?” “Evet oğlum gerçekten.” deyince ağlama falan kalmadı ve gözleri parlayarak gitti. O günden beridir de tek bir olay yaşamadık. Eğer bir ortamda biri gözünü dikkatlice bakarsa kendisi bunu gidip anlatacak kadar kabullendi ve okulda kendi özelliklerini anlattığı bir sunumda konu olarak bunu seçmiş ve anlatmış.

Olan neydi diye bakarsanız en çok güvendiği kişilerden, en güçlü tanıklarından biri ona bu durumun normal olduğunu söyledi ve her şey düzene girdi.

Peki, böyle demek yerine “Sıkma canını be oğlum, biraz daha büyü bir lens alır ikisinin rengini birbirine uydururuz.” deseydim çocuğuma ne demiş olurdum. “Oğlum sende bir arıza var, arkadaşların haklı bu gözler normal değil. Çözülmesi gereken bir problem.” demiş olmaz mıydım? Bu cümleyi duyan çocuk sizce 18 yaşında o lensler olmadan sokağa çıkar mıydı?

Biz ana-babalar çok ama çok güçlüyüz. Bu çocuklar gözümüzün için bakıp kabul edilmeyi bekliyorlar. Bu mesajı bizden aldıkları zaman hayat içinde uyumla, problem çözerek yaşamlarını devam ettiriyorlar. Almadıkları zaman ise tüm yaşam kendilerini kabul ettirme çabası ile geçiyor ama bir başkasının onları kabul etmiş olması bizden çocukluğunda almış olmaları gereken kabulün yerine geçmiyor ne yazık ki. Yaşam bunun arayışı ve varoluş öfkesi ile geçiyor.

Birbirimizden ve çocuklarımızdan kabulü, saygıyı esirgemediğimiz günler dileği ile,

Görüşmek üzere…

Not: Fotoğrafta yer alan resim oğlumun bu olaydan kısa bir süre sonra kendi çizdiği portresi. Gözlere dikkat. Bu otoportre cüzdanımın en değerli içeriği.

DANIŞMANA AİT SON PAYLAŞIMLAR

Merhabalar. Öncelikle uzunca bir zamandır yazamamış olmaktan, verdiğim sözü tutamamış olmaktan dolayı özür dileyerek başlamak

Devamını Oku

Daha önce yazılarımda anne-babanın çocuğun yaşamının en güçlü tanıkları olduğundan, onun hayatının en önemli kişileri olduklarından bahsetmiştim. Çocuk bu temel ilişki içinde

Devamını Oku

Daha önce hiç denk geldi de izlediniz mi bilmiyorum ama ben TV programları yapıyorum. Önce sevgili Doğan Hocam’la İnsan İnsana...

Devamını Oku